31 Ocak 2011 Pazartesi

NİŞANTAŞI’NDA BİR KUŞ MİSALİ…




İnsanoğlu bir kuş misali derler, uzaklar söz konusu olduğunda... İnsan ömrü de uzun bir yolculuk değil midir? Biz de bu zaman tünelinde nerelere uçar , nerelere konarız... İşte ben onbeş yıl buralarda kanat çırptım... Nişantaşı benim yurdum, yuvam, çocukluğum, gençkızlığım, ilk heyecanlarım, pembe hayallerimdir.

Bu semt İstanbul'un Avrupasıdır. Modern, hareketli, gece gündüz aydınlık, yaşayan, ruhu olan bir semt... Valikonağından başlayarak, Abdi ipekçi veya Rumeli caddesine yürüyüp; mağazaların, cafelerin arasında şöyle bir tur atmak gözünü, gönlünü açar insanın... Birbirine yaslanıp kaynaşmış, adeta nefes almakta zorlanan eski binalarına, daracık sokaklarına, kozmopolit insanına, baş döndüren keşmekeş trafiğine rağmen vazgeçilmeyen, büyülü bir dünyadır burası. Bir yılı daha tükettiğimiz şu günlerde yine gelin gibi süslenmiş, allanmış, pullanmış, ışıl ışıl yanıyor sokaklar. Kimbilir kimlerin anılarını saklar ama benim anılarımı koynunda sarıp sarmalamıştır Nişantaşı...

Rumeli caddesinden Maçka'ya doğru inerseniz; dört giriş kapısı, altmışdört dairesi olan heybetli Maçka Palasa gelirsiniz. Doksanlı yıllara kadar sadece konut olan ; sonraları ünlü giyim mağazalarına ev sahipliği yapan, üst katları da otel olarak kullanılan o güzel, tarihi Maçka Palas, benim bir dönem yıllarımı geçirdiğim yuvamdı. Normalden yüksek tavanları, kocaman salonu, salonla çelişen labirent şeklinde küçük odaları yla eski İtalyan mimarisinin güzel bir örneğiydi. Bugün yine üçüncü kapısının önünde durdum, içeri bir göz attım. Bir zamanlar; sırtımda okul çantamla koşa koşa çıktığım eski, basık mermer merdivenleri ve yüzyıllık, camlı, çift kapılı, zincirli asansörü aradı gözlerim... Artık içinde bambaşka bir dünya var benim güzel eski evimin... Çünkü binanın ön cephesi orijinal haliyle korunup , içi tamamen restore edildi yıllar önce. İçim burkuldu bir an... Şıkır şıkır yanan spot lambaların aydınlattığı, aslında hayranlık uyandıran mağaza beni hiç çekmedi, adımlarım geri gitti, arkamı döndüm ve yürümeye devam ettim...

Bir film şeridi gördüm kapı aralığında,
Bir prenses miydim ben baba ocağında,
Babam sallanan koltuğunda,
Annem mutfağında, yemeğinin başında,
Ben küçük odamda, koskocaman dünyamda,
Gençlik hayallerimin gökkuşağında...
Bir ışık huzmesiyle gözlerimi kapadım
Meğer film bitmiş, birdenbire uyandım...

Aynı caddeden aşağıya doğru devam edince, önce altı yılımı geçirdiğim Nişantaşı Kız Lisesi, biraz ileride de İstanbul Teknik Üniversitesi yer alır. Eğitim hayatımda zaman ve yol bakımından çok şanslıydım. Mezunu olmaktan gurur duyduğum okullarım yanyana ve evime o kadar yakındı ki, trafikle boğuşan çoğu arkadaşım bana gıpta ederdi. Hatta, olaylı üniversite günlerinde, polis kordonu altında Maçka Palasın önünden yürürken, balkondan annemin heyecanla bizi izlediğini anımsarım. Zaman zaman da birkaç arkadaşımla bizim üçüncü kapıdan kaçabildiğimizi...

Kırmızı ve yeşilin hakim olduğu Abdi ipekçi'de minicik ampullerin ve avizelerin oluşturduğu ışık seli, adeta dansediyor, göz kamaştırıyor. Adım adım ilerleyen trafiğin içinde, kırmızı halının üstünde fayton sefası yapanları görmek, çok ilginç ve şaşırtıcı doğrusu. Şu köşeden de geyiklerin çektiği kızağıyla Noel baba da çıkar mı acaba?

Caddenin ortasına kurulmuş yılbaşı takının üzerindeki dijital saatin geri giden saniyelerini keşke durdurabilsem... Saatin altındaki boşluktan zaman tüneline girsem, biraz daha geçmişe dokunabilsem bu akşam. Saçını atkuyruğu toplamış , üzerinde formasıyla , o küçük kız olsam birkaç saatliğine ... Lisemin kapısında, elinde bana aldığı simitiyle bekleyen ak saçlı dayıcığımı görebilsem…

Bugün bir düş gördüm Nişantaşı’nda. Zaman geçer, anılar bir düş olur her zaman. İnsanoğlu kuş misali... Gün geldi uzaklara çırptım kanatlarımı... Ne zaman buralara uğrasam; bir nedenle yolum düşse; bu sokaklar, bu semt, bu gökyüzü benim diyesim gelir...

Bir başkadır buraların bendeki tadı,
Çekip alıyor ruhumu, aklımı...
Yine ışıl ışıl çeliyor yüreğimi,
Koparıp götürüyor geçmişe tüm benliğimi...
Akıyor yine o pırıltılı şelale,
Nostaljik kareler buğulu gözlerimde...
Dokunmuş sihirli değneğini yılbaşı
Coşmuş, taşmış yine; büyülü Nişantaşı...


Bingül Egemen
Nişantaşı – 27 Aralık 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder