24 Ağustos 2011 Çarşamba

KAPALIÇARŞI’ DA BİR GÜN...




Bekir sami bey, çocukluğundan, gençliğinden kalma alışkanlıkla o gün de erken kalktı. Evden hiç çıkmadığı çoğu gün yaptığı gibi, yine traş olmaktan vazgeçip, seyrelip incelmiş sakalını sıvazladı ayna karşısında. Aynaları çok uzun zamandır hiç sevmiyordu. Özel bir davete gidercesine özenle giyindi, ütülenip katlanmış mendilini ve köstekli saatini cebine yerleştirdi. Son zamanlarda onu fazlasıyla yoran beş katın merdivenini, söylenerek indi. Kumkapı ile Beyazıt meydanını bağlayan Mithat Paşa yokuşundan, ağır adımlarla çıkmaya başladı. Uzun zamandır yalnız başına dışarı çıkmamış, hep çocuklarına bağımlı yaşamıştı.

Dürüst; adam gibi adamdı. Doğduğu şehrin pek de iyi olmayan şöhretini inkar eden bir Kayseri’liydi o... İyi niyetli, saf, sevgi doluydu. On yaşında aileyle İstanbul’a gelip yerleşmiş, Kapalıçarşı’da çekirdekten yetişme usta bir ayakkabı ve terlikçi olmuştu. Bir söylentiye göre yakın çevresinde “ bir Hacı Bekir’in lokumu, bir de Bekir Sami’nin terlikleri...” derlerdi çarşı içinde...

Sekiz çocuğu vardı Bekir Sami beyin; üçü kız, beşi erkek... Erkeklerin üçü okumuş; doktor, mühendis, avukat olmuştu. Diğer iki oğlunu da dükkanda yanında yetiştirip, zanaat öğretmişti. Biraz haylazlıklarından, biraz da baba mesleğini sürdürmesi gereken oğul sıfatıyla, piyango çarpmıştı onlara belki de... Cefakar, fedakar ev hanımı Zehra hanım da, evlerindeki kocaman kasap buzdolabının çevresinde yaşardı adeta , kalabalık, şenlikli sofralarına her gün yemek yetiştirmek için. Yardımcıları olsa da zordu bu kadar nüfusu idare edip, bu kadar boğazı doyurmak... Sadece mutfak işi mi? Hiçbirinin derdi bitmezdi ki; ömrü çoluk çocuğun, kocanın arkasını toplamakla geçti Zehra hanımın....

Hanımını kaybedeli bir on yıl kadar oluyordu. Artık kendini çok yalnız hissediyordu onsuz bu dünyada koca çınar... Yeterince yaşamış; çalışmış, çabalamış, dünyalığını yapmıştı çocukları için. Bir zamanlar Beyazıt’ta parmakla gösterilen; rengarenk çiçeklerle, meyve ağaçlarıyla bezenmiş, bir köşesinde süs havuzu ve sarnıcı olan bahçesiyle, güzelim üç katlı müstakil evini de apartmana çevirmek zorunda kalmıştı yıllar önce... Çocukları için...

O gün yüreğindeki coşkuyla bir başka hazırlanmıştı nedense; özlemişti çarşıyı... Üniversitenin ve Beyazıt camiinin önünden geçerek sahaflar çarşısına girdi. Saatine bir göz attı, cuma namazına daha epey vardı. Torunlara birkaç kitap ve okul malzemesi almayı düşündü . O kadar çok torunu vardı ki , aldığı bir torba eşyadan mutlaka işe yarar birşeyler çıkardı onlar için... Aslında pek anlamazdı bu işlerden, okuryazarlıktan ama Gaziosmanpaşa’da kendi adını verdiği bir ilkokul yaptırmayı da ihmal etmemişti. Kendi pek okuyamadığı halde, okumaktan yanaydı hep...

Sıra sıra dizilmiş dükkanlara, aşina vitrinlere ve yüzlere baktı; eski çarşı günleri geçti gözlerinin önünden, burnunun direği sızladı. Zehra hanımla , bedestende kuyumcu Artin ustada alışverişlerini hatırladı. Sedef kakmalı , altın varak aynaları da pek severdi rahmetli...

Caminin çarşı içindeki minberinde müezzin ezan okuyordu. Uzun şeritler halinde serilmiş yolluk halıların üstünde , yanyana dizilmiş bekleyen esnafın yanına ilişti. Cemaatle birlikte cuma namazını kıldı. Sonra Çukurmuhallebicinin yanından geçerek iki sokak ilerdeki dükkanına geldi. Birkaç saatini oğullarının yanında geçirdi. Anladı ki; artık buralara yabancılaşmıştı. Buruk bir memnuniyet duydu yüreğinde; işler artık onsuz da yürüyordu...

Yorulmuştu. Eve vardığında, yine söylenerek beş katı tırmandı uzun uzun soluklanıp... Bir daha cesaret eder miydi böyle bir gün yaşamaya acaba? Yok yok artık uzun zaman ziyaret edemeyecekti dükkanını ve oğullarını. Artık geçmişti ondan, emanet etmişti herşeyini emin ellere... Huzurla uykuya daldı.

Dedem Bekir Sami bey artık Zehra hanımın yanında. Geridekiler de hiç bıraktığı gibi kalmadı ama herşeyde hala onun ismi ve izi var. Eminim, Kapalıçarşı’da da onu hala sevgi ve rahmetle ananlar vardır...

Bingül Egemen
Kapalıçarşı – Haziran 2011


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder